16 Aralık 2015 Çarşamba

for me!

mutfaktayım,  ojelerle saplarını süslediğim, sabah annem görüp beğensin diye ortada bıraktığım çaydanlık masanın üzerinde duruyor. kız çocukları ergenlikle beraber en çok annelerine kızarlar ama yaş aldıkça en çok da annelerine benzediklerini farkederler. bu rahatsız edicidir çoğunlukla ama bi zaman sonra çok direnmeden bu durumu kabulleniverişine şaşırmıyor da değilim. bu başka günün konusu... bütün mutfağı saran oje kokusunu alınca annemin yaptığım şeye sevinmek yerine(sonuç çok güzel olsa da) bu koku için kızacağını düşünüyorum. ama bu düşünceye aldırmamaya çalışarak mutfağa asıl gidiş nedenimi getiriyorum yine aklıma; daha fazla içki. akşam için yeterli deyip  aldıklarımın hepsini içtim ve yine her içki içtiğim zamanlarda olduğu gibi bu duygusu çok sevdiğimden daha fazlasını aranmaya başladım. ertesi gün artık ilerleyen yaşımla birlikte daha zor geçtiğinden kendimi alırken firenlemeye çalışıyorum ama yine hep olduğu gibi çaresizlikle devam ettirebileceğim bişeyler arıyorum. ve sonunda çaresizlikle neleri içtiğimi pek anlatmak istemiyorum. hayır işler kolonyaya varmıyor ama aylardır yüzüne bakmadığım, (belki tadını sevmediğimden belki de mideme dokunduğundan) ne varsa onu içerken buluyorum kendimi. şimdi yine tadına katlanabileyim diye içecek başka şeylerle lezzetini değiştirmeye çalıştığım küçük bi viski olduğunu tahmin ettiğim şişeyi elime alıyorum. bu kez başka bişeyim olmadığından bunu içmeye başlıyorum. içerken düşünüyorum; üzerinde yabancı yazılar olan bu şişeyi ben mi bi yerden aldım yoksa birimi getirdi diye. sonra düşüncelerim benim nefret ederek içtiğim bu içkiyle ilgili detaylanmaya başlıyor. birileri bunu bi yerlerde çok severek içiyor olmalı. öyle olmalı ki bu üretilebiliyor dimi? sonra o insanlarla ne kadar da ayrı zevklerde olduğumu düşünüyorum. sonra nasıl birileri olabileceklerini tasvir etmeye çalışıyorum. haliyle benden çok farklı insanlar. sonra onları tanımladığım şeyleri düşününce kendim için tam tersi şeyler düşündüğümü ama aslında kendimi pekte böyle tanımlamayacağımı farkediyorum. yada öyle biri mi olduğumu düşünüyorum diye kendimi sorguluyorum. hoşlanmadığım cevaplar çıkınca karşıma; nereden geldin buraya allah aşkına diye kendime kızıyorum. sonra kendimi bunları yazarken buluyorum, daha sonra okuyup yeniden düşüneyim diye, çünkü insan hayatın akışında saçma şeylerle uğraşmayı haddinden fazla önemseyince sağlıksız bir ruh haliyle aslolandan kopuyor ve ben bunun bi parçası olmak istemiyorum ve üzerinde düşünmem gereken şeyler olduğuna inandığım için kendime not niteliğinde bu yazıyı buraya iliştiriveriyorum.

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Çok önceleri yazdığım bi yazıdan çok da uzaklamamışım bugün onu görünce yayınladım.

bi gün bi rüya gördüm, babam ölmüştü. hayatımda hiç bir rüyadan ağlayarak nefesim kesilerek uyanmamıştım. sonrasında çok uzun süre boyunca da sakinleşememiştim. sonra büyüdüm, o babam, nefret kelimesi çok ağır kalsa da oldukça yabancı biri oldu benim için, hatta bazen ölse bişeyler düzelir diye bile düşündüm. sonra arkadaşlar edinmeye başladım, çok güzel arkadaşlar. hepsini çok sevdim, onlar da beni. herkes gider onlar gitmezdi benim için, aile benim için onlardı. bi gün çok olmasa da önemli biri olurum sanıyordum, kendi ailem beni boş bulsa da ailem dediklerim bana inandılar. sonra ben bişey olamadım ve onlar kendilerine başka aileler istediler ve gittiler. artık onlarda yabancım olmuştu. bi adam sevdi beni sonra bende onu. hiç bir araya gelemeyiz sandık, ama sonra geldik. hiç bu iş yürümez sandık ama bi şekilde yürüdü. sonra bi daha ayrılmayız sandık ama bitmiştik artık.
hayat rengarenk bi yer olmadı hiç belki ama, artık "şuan ne yapmak isterdin?" sorusuna imkansıza yakın verilen cevaplardan biri olarak; gülümsemek diyecek kadar renksizleşmişti şimdi.
eskiden kitap sahibi olmak müthiş heyecan vericiydi mesela, okunulan kitaplarda dostlar edinilirdi, ama şimdi bi ara başlıycam tekrar okumaya durumuna gireli epey zaman oldu.
hep kontrollü yaşamaya çalıştım, her şeyin üzerinden iki kere geçtim ki pişman olmayayım hiçbir şey için diye, çünkü pişmanlık iç kemirirdi ondan emindim. sonra ipin ucunu bi kere kaçırdım, yalnızca bir kere ve bir daha asla toparlayamadım. her şey düzeltilemiycek kadar karışmış ve ben yorgunluktan yığılacakmışım gibiydim artık.
"çok parçalandım ve parçalandıkça çoğaldım" diye avutamaz oldum kendimi. şimdi parçalanıyor gibi değil de tükeniyor gibi hissediyorum.
bi gün, bi adam izlemiştim internette, intihar etmeden önce bi video çekmiş bi adam. söyledikleri çok içimi acıtmıştı. adam mutluydu, müzik dinliyor şarap içiyordu ve; zamanında bazı durumlar karşısında kendini çok iyi hazırlayamadığını ve o durumlarla şuan baş edemediği için tek yolun bu olduğunu söylüyordu. ama o benden farklı olarak bunu sakinlikle karşılıyordu. etraflıca düşünmüş ve en doğrusunun bu olduğuna karar vermişti. o adamda ki sükuneti kıskandım. ve ona çok saygı duydum. benim bunu yapışım bile öfkeyle olur çünkü. hiç bitmeyen bi öfke, herkese ve geçmişe duyduğum lanet olası bi öfke.
aklımın bi yanında hala bi yol var mı diye soran küçük bi ses var, bu dev öfke ve ümitsizlik onu yutmaz ise, belki o bişey bulur umudu taşıyorum. bünyemde başka da hiç iyi bi şey yok, geri kalan her şeyden sadece nefret ediyorum.

9 Temmuz 2015 Perşembe

The Fall

Hepimizin, yalnızca görüştüğümüz insanlarca karşılanabilecek fiziksel ve duygusal ihtiyaçları var. Asıl mesele ise, onları karşılayabilecek uygun birinden istemek.

20 Şubat 2015 Cuma

değmez!

her şey kocaman kırmızı küremsi bir yuvarlağı minik bir karıncanın farketmesiyle başladı. küçük karınca öylesine büyülenmişti ki bu küreden, düşünmeden yaptıkları taşıma eylemini ilk kez yapmadı. ilk kez bulduğu bir şeyi yuvaya taşımadı. ilk kez onu paylaşmak istemedi... oysa onlar her şeyi, ama her şeyi yuvaya götürürler ve paylaşırlardı. bu, insanların dünyasından gelen büyüleyici küre sanki beraberinde günahları da getirmiş gibiydi. karınca onu devasa çalılıklara sakladı. tüm gün yuvayla toplama kampının arasında gidip gelirken düşündüğü tek bir şey vardı, o da ne olduğunu dahi  bilmediği kırmızı şey!  küçük karınca günlerce gizlice onun yanına kaçtı ama bu vakitler artık ona yetmiyordu ve o bu sorunu çözmek için bir karar verdi, ne pahasına olursa olsun artık hayatını yalnızca o kırmızı şeyin yanında onu izleyerek geçirmek istiyordu. bunu kimseye anlatamadı, karıncalar dünyasında bir karınca nerede doğarsa orada ölür, yuvayı tehlike dışında hiçbir karınca terketmezdi! yani, en azından bu zamana kadar hiç böyle bir şey olmamıştı.
küçük karınca yeni güne uyanmıştı, hava henüz aydınlanmamıştı. İçtimadan önce alegra'nın(evet bir gece önce ona bu ismi vermişti) yanına gidip, koloninin onun yokluğunu farkedip aramaya başlamalarından önce çok az vakitleri olduğunu biliyordu. küçük adımları ile koşabildiği kadar hızlı koşuyordu ama bir türlü alegraya varamıyordu...
yakalanmak ve tüm hayatı boyunca alegra'yı kaybetmek düşüncesi onu inanılmaz korkutuyordu ama o onu bu kadar az görmeyle de bir türlü yetinemiyordu. yani artık sonucu ne olursa olsun umurunda değildi, resmen artık düşünemiyordu, büyülenmişti, alegradan başka hiçbir şey umurunda değildi. ailesi, dostları, sahip oldukları, sevdikleri, onu sevenler, nasıl olduğunu merak edenler, o gelmeden yemek yemeyen annesi, pek sevgisini göstermeyen dedesi, odası, yarım kalan işleri... hiçbiri ama hiçbiri umurunda değildi. varsa yoksa alegraydı artık onun için.  
minik karınca sonunda alegra'yı sakladığı inine vardı. ilk kez ona seslendi,-alegra ben geldim. bu aynı zamanda oldukça tuhaftı, kendine gülmemek için ağzını büzdü, çalıların yapraklarını araladı. ve alegra ile gelen o büyülenme hissinin yanında yeni bir lanet sarmıştı her yerini; kalp kırıklığı. alegra yoktu. 
işte böyle, ne sonra karıncanın başına neler geldiğini öğrendim nede alegraya ne olduğunu. 
efendim? hiç merak etmedim mi? ımm, bazen aklıma geldiği oldu ama sonra çok üzerinde durmadım,hem bunun gibi çoklarına şahitlik ettim ben, hepsi farklı gelirdi onlara ama aslında hepsi aynıydı. o yüzden çoğu hiç ilgimi çekmedi.
sahi, ben kim olduğumu söylemedim dimi, ben uğur böceğiyim. yani siz öyle diyorsunuz diye böyle söyledim, yoksa adım lolllimonniia, gülmeyin, bizim inanışımızda güneşin doğuşu demek bu.
tamam tamam şaka yaptım, bir anlamı yok, biz sizin gibi her şeye anlam yüklemeyiz çünkü.
neyse artık gitmeliyim,
ne o? kaşlarınızı niye kaldırdınız öyle havaya? 
amacım sizi meraklandırmak değildi, ben sadece dilinizi öğrenmeye çalışıyorum, pratik yapmak için anlattım tüm bunları, 
kızmayın hemen, sadece konuşmak istediğimi söylesem asla vakit ayırmazdınız bana yalan mı? 
ne yapayım bende! yalnız bişey söyliyim mi; böyle şeylerle ilginizi çekebildiğimi farkettiğimden beri epey hızlandı konuşmam.
neyse hadi görüşürüz, bence siz yine de, çok düşünmeyin bunları,
Son

şimdi, kalk bir bardak su al ve bunların hepsini unut!