28 Kasım 2012 Çarşamba

bugün;

çok sevgili bi iş arkadaşım! işportacı gibi milleti etrafına toplamış nefes almadan telefonunu pazarlıyor da pazarlıyordu, önce bulaşmadım ama sonra dayanamayıp  iki soruluk müdahalemle tüm havasını yerle bir ettim (:
swanky; acayip güzel bi telefon bu, bi yıldır kullanıyorum ve bunun özellikleri var ya bla bla bla bla (mühendis adam ya anlatıyor da anlatıyor)... en çok da şarjı uzun dayanıyor onu çok seviyorum. ayfon mayfon palavra yani, özellikler desen aynı, ama onun şarjı bi günde bitiyor işte, benim ki en az üç gün dayanıyor.
tabi ben aklıma gelen şu şahane tesbitli karikatürü hatırlayınca;
me; sakın o telefondan değil senden kaynaklanıyor olmasın?
bewildered; nasıl?
prig(of course me); sevgilin var mı?
miserable; yok...(ses alçak, bakışlar bulanık) geçen yıl ayrıldık
everybody; ahahhahahahhahha
o kadar insan aynı anda gülünce kulakları sağır edebilir inanın buna, ama bi anlık afallamadan sonra en çok da o güldü. yoksa ağladı mı demeliyim bilemiyorum, en son baktım gözlerinden yaşlar akıyordu (: giden sevgiliye mi üzüldü, telefonun sandığı kadar müthiş olmadığını mı farketti, belli değil orası...

18 Kasım 2012 Pazar

leonid

her yıl gerçekleşen en muazzam doğa olaylarından biri leonid göktaşı yağmuru ve ben bu yıl izliycem diye acayip heveslendim ya! ama işte arabası olan birini bulmam lazım çünkü ışıksız/ıssız bi yerde izlenmeli ve ben konuşlanma bölgesi olarak gürpınar tepelerini seçtim. ama işte ıssız orası ya, haliyle arabalı ve koruma içgüdülü biri lazım! neyse şansımı deniycem bakalım(kardeşi ikna turları başlıycak yani) bu yılda izleyemezsem  seneye feci gaza gelip kendime araba alıcam ve koruma içgüdüsünü de kendimde acayip geliştiricem (: peh peh peh peh peh tahayyür'e gel...
leonid hakkında bilgi vermek gerekirse de; diğer meteor yağmurları gibi o da büyük bi hızla atmosfere giren meteorların sürtünme sonucu yanmalarının atmosferde ortaya çıkardığı şahane görüntüdür. hiçbir alete ihtiyaç duyulmadan çıplak gözle izlenebilir. leonid meteor yağmurları her yıl kasım ayının ortasında görülebilir ve en belirgin görüldüğü kıta asyadır. bizim ülkemizde bu yıl en iyi 19 kasım gecesi sabaha karşı 4 gibi görülmeye başlanacak, ancak en iyi görülme saati 6 dan sonra olacağından bizde gün doğumuna denk geliyor ve o saatler pek iyi sayılmıyor haliyle. en uygun saat gün doğumundan hemen önceki saat olacaktır bu durumda. birde o gece ayın ışığının belirgin olmasına karşında ayı kapatabilecek bi kütlenin arkasından izlemekte çok faydalı olur. kütle derken isteyen ağaç bulur, isteyen bina yada çok çok çaresizseniz sevgilinizi dikersiniz ay ışığına (:
birde meteor yağmurları her 33 yılda bir meteor fırtınasına dönüşürler ki o çok daha muazzamdır. meteor yağmurunda saatte 20 dolayında leonid görülürken bu rakam fırtına da saatte yüzlerce leonidin görünmesine neden olur. en son fırtına 1999 yılında olduğundan ömrümüz yeterse bi sonra ki için 20 yıl beklememiz gerekecek. 
tabi bu evrenin sırlarına akıl sır ermiyor ama ona hayran kalmak için insan bu gibi sebeplere ihtiyaç duyuyor. örneğin; bu yıl ki göktaşı yağmurlarına sebep olan iki kuyruklu yıldız kuşaklarından biri 1767 diğeri ise 1866 yıllarında güneşin etrafından geçerken geride bıraktığı meteorlar olacak. inanılmaz dimi, düşündükçe heyecanlanıyorum.
sizi de heyecanlandırmak için bu yılki yağmurdan bir demet sunayım;

11 Kasım 2012 Pazar

Yanlızlık tercih edilebilir olduğunda güzel, bi mecburiyetken değil!

her şey bu sakin günde elimi kitaplıktan bi kitaba uzatmamla başladı;
eskiden bi gün, hatta hiç hatırlamadığım bi gün, gitmişim de kendime bi sahaftan almışım bu kitabı. pek yıpranmış ama hiç benim tarafımdan yıpratılmamış. muhtemelen ilk kez içini açıyorum...
kapağını açarken bu düşünce beni çok üzdü. çünkü ben hayatımda ki her şeyi ama neredeyse her şeyi tüm detaylarıyla hatırlardım eskiden. olayları, mekanları, mevsimi, günün hangi vakti olduğunu, kimin tam olarak nerede oturuyor olduğunu ve hatta kişilerin kostümlerini bile...artık zihin yorgunluğu mudur, hatırlanması gereken şeylerin çokluğu mudur? bilemiyorum hatırlayamıyorum bi sürü şeyi. tıpkı bu kitabı nasıl aldığımı hatırlamadığım gibi.
kim vardı yanımda, ne giymiştim o gün, hava nasıldı, ben nasıldım, ne yemiştim, kimi özlüyordum o sıralar, belki ağlıyordum, belki çok kızmıştım birine yada gülüyordum, belki bi daha hiç gülemem sanıp çok üzülüyordum...
o günü hatırlamıyorsam da hayatımın çoğu günü böyle hissettiğimi bilirim çünkü, tıpkı bu gün olduğu gibi.
o koca günü hatırlayamamak çok üzdü beni. hayatımda şimdi hatırlayamadığım tonlarca gün yaşadım ben ve bunu ben yaşadım! bu çok üzücü ve komik olabilecek kadar da kederli hatta...

iyi değildim zaten bugün, içimden geçenleri gerçekten dinleyen biriyle konuşmayalı yüzyıllar olmuş ve ben onca zamandır susmuşum da, şu ilk açtığım sayfada rastladığım şiirle ağzımı ağlamanın iniltisiyle aralamışım gibi hissettim bi anda;

insan usul usul ölmek için gelir dünyaya
başlar her gün biraz daha insan olmaya
ve ölürken usul usul ne tuhaf
aşık olur, kedi besler, isim verir eşyaya.

kitabın sayfalarını çevirirken zihnimde dönenler beni ziyadesiyle üzmüşken bu satırlar beni alıp resmen yere vurdu. ama ben yutkundum. ağlamak istemiyordum, çünkü artık bunu yapmaktan çok yorulmuştum. kitabı kapattım. bi süre gözlerimi tavanda sabit bi noktaya diktim, zihnimi boşaltmayı denedim. başaramadım. tekrar açtım kitaptan bi sayfa. bu sefer okuduğum şiir beni az önce hissettiğim duygularla vurmamıştı. bi tane daha okudum, sonra bi tane daha ve sonra bunu okudum;

bir sahaf kitabında ki nem ve küften 
elime geçen inanılmaz sevinci
birilerine geçirememekten
gelişti bende bu bireysellik bilinci.

en son ne zaman kusana kadar ağladım hatırlamıyorum. ama hayatımda muhtemelen hiç yan yana yürümediğim bi adam bi kaç dakikada beni iki kere vurmuş sonra yere yıkmıştı.
nasıl bi birikmişlik, nasıl bi iç boşalması bu bilmiyorum. ne kadar sürdü bilmiyorum.
sonra uyumuşum...
ne kederli dimi, ağlamaktan yorulup uyumak...
sonra uyandım, biraz daha sakin ama hala çok gariptim.
bi iki film açtım, ama ne izlesem sürekli ağlayacak bi yerini bulmayı başardığımdan durmuyordu gözümde yaşlar. beni ağlatmayacak saçma şeyler izlemeye çalıştım sonra. en son bu yazıyı yazmadan önce lale devri'ne ağlarken görünce kendimi; tamam dedim bu iş böyle olmayacak, bu zihin böyle dağılmayacak.
oturdum yazmaya başladım işte, kimselerle konuşmak istemezken biriyle dertleşir gibi.
...şimdi daha mı iyiyim? bilmiyorum. daha iyi olmam mümkün mü? onu da bilmiyorum...

ben artık hiç bişey ummadan yaşıyorum hayatı ve bu ona katlanmımı feci zorlaştırıyor. ne yana baksam hep karanlık gibi. bi an önce kendimi aldatmaya ihtiyacım var, kendimi oyalamaya.
yeniden bi amaca ihtiyacım var işte acilen, bi kediye, bi aşka, isim verebilecek kadar sevebileceğim bi eşyaya...

8 Kasım 2012 Perşembe

...kavgamız bitmez dünya, uzlaşamadık gitti...

bu mevsim bana hep iki albüm dinletir. işte o albümlerden biri nazan öncel'in "göç" albümü. benim için tadından yenmez bi albümdür. acıları/anıları kanartmaktan başka bi işe yaramayan bi albüm olsada asla dinlemekten vazgeçemem, diğer üç nazan albümünü de olduğu gibi. ve bu şarkılarda bahsettiğim şey öyle kuru kuruya kanartmakta değil üstelik, böyle anarşist bi acı çekiş bahsettiğim şey ve bu acizlikle değil büyük bi çoşkuyla.
kocaman bi "yalnız bırakma beni" mesajı taşısa da nazan şarkıları öyle ezik edalar içerisinde değildir durum. gerçekten sevgiden ve "beni bırakırsan ben iyi olamam" demekten bahseder. burada ki "iyi olmak" tüm anlamlarıyladır üstelik.
nazan öncel'in benim için hep böyle bi tarafı var ve ne yazık ki yeni nazan şarkılarını sevmiyorum. nasıl bu kadar protest bi kadın böylesi piyasa işleri yapar anlayamıyorum. ben; kunduram sandukam zembilim diyen, gidelim buralardan diyen, sokarım politikana diyen, ben sokak kızıyım diyen nazanı çok çok daha çok seviyorum.
özellikle en genç olduğum yıllarda kulaklığımı takar ve sadece benim için çaldığına/söylediğine inandığım insanlarla birlikte olmayı biçok insanla konuşmaya tercih ederdim. işte o yıllarda nazan şarkıları benim vazgeçilmezimdi.
ve işte mevsim yine sonbahara dönünce, hüzün dolunca her yere, beynimde ki küçük fısıltılar bu şarkıyla hatırlattı kendini ve biz kavuştuk...

nazanla derin muhabbetteyiz bekleriz.



5 Kasım 2012 Pazartesi

bende bi yara var, onu hep kanar bıraktım.

bugün bi haber aldım. omuzlarım çöktü, boğazıma bi düğüm takıldı, saatlerdir yutkunuyorum mümkün değil gitmiyor, delirtiyor beni.
bi çocuk doğuyor şimdi...
üç noktayı hakeden bi haber sanırım bu. sevinmeli dimi insan buna. ama ben ne hissediyorum bilmiyorum. sanırım bi sahnede dondu kaldı o benim için. bi yüz ifadesiyle dondu geçmişimde. üstüne tonla anı yaşandı, tonla sahne dondu hafızamda ama o cımbızla alınmış gibi hayatımdan, eksildi. eksikliğiyle bile yüzleşemedim. korktum. onu hatırlamaktan, onun yokluğunu kendime fısıldamaktan bile korktum. o şimdi bi yatakta, üstelik metaforun böylesi ya; bana acı veren bi yerin yatağında, onun hayatı için tüm bunlara değecek bi mutluluk yaşamak için acı çekiyor. benim canım burada başka türlü yanıyor. onunla ilgili her aldığım haberde daha da uzaklaşıyorum ondan. belki de yanılıyorum, bilmiyorum. onu özlüyor muyum diye bile sormuyorum kendime. onun adını anmaktan bile korkuyorum. onun yarasını kanartmaktan korkuyorum. baş edememekten korkuyorum. sadece korkuyorum işte. ama o hızla giden bi otobüs gibi uzaklaşıyor benden. ben yalnızca olduğum yerde duruyorum, hayatıma bi yön veremiyorum, yalnızca ağlıyorum. insanın aklından ne saçma şeyler geçiyor böylesi hüzün anlarında, hiç tahmin edemezdim. kendimi arada ki zamanı onunla ilgili yaşamamış, kocaman bi adımla bu ana gelmiş gibi hissediyorum. o kötü günden, onun donmuş resminden bu güne koca bi adımla atlamışım gibi. ama onun hayatı aktı gitti, çok şey yaşadı. bense kaldım burada. yaram iyileşir sandım ama yalnızca kanayan yaramla kaldım. birazdan yine kafamda ki düşüncelerden kurtulmak için hızla kafamı sallıycam ve bu düşünceden kurtulucam. yine günlük sandığım hayatıma dönücem. ve yine yaramı orada kanar bırakacağım. yine yüzleşmekten ölesiye korkucam. çünkü yapamıycam, denemiycem bile. dedim ya ölesiye korkuyorum. onu özlemek duygusuyla baş edememekten korkuyorum, hazmedememekten ve onu sonsuza dek hayatımdan çıkarmaya hazır olmadığımdan korkuyorum ve denemiycem.
eski günleri de istemiyorum, onu bu kadar değişmiş de istemiyorum. o yüzden yine denemiycem ve kafamı bütün gücümle sallayıp yok sayıcam. daha güçlü olmayı umduğum bi güne erteliycem bu hesaplaşmayı. yada benimle birlikte toprağın altına gireceği ana kadar kanayarak kalacak o yara. toprağın altı bile onunla yüzleşmekten daha kolay bi çözüm benim için. aptalca ama öyle. şimdi evelyn gibiyim. yalnızca biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.