11 Kasım 2012 Pazar

Yanlızlık tercih edilebilir olduğunda güzel, bi mecburiyetken değil!

her şey bu sakin günde elimi kitaplıktan bi kitaba uzatmamla başladı;
eskiden bi gün, hatta hiç hatırlamadığım bi gün, gitmişim de kendime bi sahaftan almışım bu kitabı. pek yıpranmış ama hiç benim tarafımdan yıpratılmamış. muhtemelen ilk kez içini açıyorum...
kapağını açarken bu düşünce beni çok üzdü. çünkü ben hayatımda ki her şeyi ama neredeyse her şeyi tüm detaylarıyla hatırlardım eskiden. olayları, mekanları, mevsimi, günün hangi vakti olduğunu, kimin tam olarak nerede oturuyor olduğunu ve hatta kişilerin kostümlerini bile...artık zihin yorgunluğu mudur, hatırlanması gereken şeylerin çokluğu mudur? bilemiyorum hatırlayamıyorum bi sürü şeyi. tıpkı bu kitabı nasıl aldığımı hatırlamadığım gibi.
kim vardı yanımda, ne giymiştim o gün, hava nasıldı, ben nasıldım, ne yemiştim, kimi özlüyordum o sıralar, belki ağlıyordum, belki çok kızmıştım birine yada gülüyordum, belki bi daha hiç gülemem sanıp çok üzülüyordum...
o günü hatırlamıyorsam da hayatımın çoğu günü böyle hissettiğimi bilirim çünkü, tıpkı bu gün olduğu gibi.
o koca günü hatırlayamamak çok üzdü beni. hayatımda şimdi hatırlayamadığım tonlarca gün yaşadım ben ve bunu ben yaşadım! bu çok üzücü ve komik olabilecek kadar da kederli hatta...

iyi değildim zaten bugün, içimden geçenleri gerçekten dinleyen biriyle konuşmayalı yüzyıllar olmuş ve ben onca zamandır susmuşum da, şu ilk açtığım sayfada rastladığım şiirle ağzımı ağlamanın iniltisiyle aralamışım gibi hissettim bi anda;

insan usul usul ölmek için gelir dünyaya
başlar her gün biraz daha insan olmaya
ve ölürken usul usul ne tuhaf
aşık olur, kedi besler, isim verir eşyaya.

kitabın sayfalarını çevirirken zihnimde dönenler beni ziyadesiyle üzmüşken bu satırlar beni alıp resmen yere vurdu. ama ben yutkundum. ağlamak istemiyordum, çünkü artık bunu yapmaktan çok yorulmuştum. kitabı kapattım. bi süre gözlerimi tavanda sabit bi noktaya diktim, zihnimi boşaltmayı denedim. başaramadım. tekrar açtım kitaptan bi sayfa. bu sefer okuduğum şiir beni az önce hissettiğim duygularla vurmamıştı. bi tane daha okudum, sonra bi tane daha ve sonra bunu okudum;

bir sahaf kitabında ki nem ve küften 
elime geçen inanılmaz sevinci
birilerine geçirememekten
gelişti bende bu bireysellik bilinci.

en son ne zaman kusana kadar ağladım hatırlamıyorum. ama hayatımda muhtemelen hiç yan yana yürümediğim bi adam bi kaç dakikada beni iki kere vurmuş sonra yere yıkmıştı.
nasıl bi birikmişlik, nasıl bi iç boşalması bu bilmiyorum. ne kadar sürdü bilmiyorum.
sonra uyumuşum...
ne kederli dimi, ağlamaktan yorulup uyumak...
sonra uyandım, biraz daha sakin ama hala çok gariptim.
bi iki film açtım, ama ne izlesem sürekli ağlayacak bi yerini bulmayı başardığımdan durmuyordu gözümde yaşlar. beni ağlatmayacak saçma şeyler izlemeye çalıştım sonra. en son bu yazıyı yazmadan önce lale devri'ne ağlarken görünce kendimi; tamam dedim bu iş böyle olmayacak, bu zihin böyle dağılmayacak.
oturdum yazmaya başladım işte, kimselerle konuşmak istemezken biriyle dertleşir gibi.
...şimdi daha mı iyiyim? bilmiyorum. daha iyi olmam mümkün mü? onu da bilmiyorum...

ben artık hiç bişey ummadan yaşıyorum hayatı ve bu ona katlanmımı feci zorlaştırıyor. ne yana baksam hep karanlık gibi. bi an önce kendimi aldatmaya ihtiyacım var, kendimi oyalamaya.
yeniden bi amaca ihtiyacım var işte acilen, bi kediye, bi aşka, isim verebilecek kadar sevebileceğim bi eşyaya...

2 yorum:

hasan dedi ki...

senin insanlarla konuşman lütuf, onları sevmişsen onlar dünyanın en şanslı insanları. eğer bugün yanlız hissediyorsan kendini hepsi aptal.
dünyada yaşayan bazı insanlar vardır: çok güçlü,çok akıllı,çok yetenekli,çok vicdanlı vs. ve onları bu dünyada yanlızca aptallar üzebilir ve bu çok ama çok üzücü.
seni tanımak bir lütuf prenses ama üzgün prenses görmek kadar da acıklı bir tabloda yok bu dünyada.

beni rahatta dinleyin! dedi ki...

hasan...
yeniden ağlatma beni.