28 Haziran 2010 Pazartesi

herşey iyi gidiyor derken bastıran mide ağrısı ve yağmur'un "dur bakiyim var mı hemen öyle kendini iyi hissetmek!" demesi üzerine

valla diyceklerim başlıktan ibaret, buraya da benden hızlı davranıp bloğa koyma zaferine erişmiş mustafa güdük'ün ardında kalan ikincilik pozisyonunda çokkk sevdiğim bir adamdan çokkk güzel bir şarkı koymaktan başka sözüm yok...

18 Haziran 2010 Cuma

Seninle geleceğim, bu benim hayatıma mal olsa bile

gecenin bi vakti, yorgunum...
birazda mutsuz ve haddini aşan bi hassasiyet içindeyim. gönlümden geçen bu güzeller güzeli şarkıyı paylaşmak istiyorum...
gidicem bende bi gün kübanın sokaklarına, hatta mümkünse şu ahir ömrüm yollarda tükensin benim görmediğim yer kalmayana dek...

16 Haziran 2010 Çarşamba

dünyanın sonunda ki ev!

çok güzel bi film izledim;

evet ta kendisi...
çok etkileyiciydi ve açıkçası çok sevmesem de colin farell da çok başarılıydı. ayrıca filmde Sissy Spacek'i görmek de çok hoş oldu.
charlie chaplin'in çok sevdiğim bi sözü var; yönetmen birşey getirir, izleyici bir şey getirir ve sinema olur!
işte bu filmde bu kıvamı koruyabilmiş yönetmen, herşeyi alalade açıklamamış ve izleyiciyi filmin içine epeyce dahil etmiş. iyi sinema izleyicisi olmayanlar "şimdi orda n'oldu ben hiçbir şey anlamadım" diyebilirler. aslında her şeyin tane tane açıklanmasına alışık olduklarından bu tembellikleri, yoksa filmde anlaşılmayacak bir durum yok. hatta böyle ince tül perdenin ardından verilmesi insanı inanmasa da "ya belki bir umut düzelir" umuduna da sokuyor.
hepsi birbirinden ilginç üç kişinin bi arada kurdukları ilginç bi bağı anlatıyor film ve filmde bayıldığım bi repliği de yazmalıyım(: çok ilginç biri gibi görünen Claire'in kendinden daha da ilginç olan Bobby'ye "belki de o kadar sıradışı değilim, belki de sadece saçlarım sıradışı" deyişi çok samimiydi...
ayrıca film bi kitap uyarlamasıymış ve bu şarkı da filmde mühim yer almıştı. ben ki bayılırım bu şarkıya da bu adamada;

afiyetle inşallah efenim

13 Haziran 2010 Pazar

vertigo

geçen gün blogumun sıkı takipçisi hasan bana bi mail atmış. ordan yola çıkarak yazıyorum bu yazıyı;

insan hayatını anlamlı kılabilmenin mümkünatı üzerine çok düşündüm. ve şu düğümü bir türlü çözemedim; bir his yada bir insanın tüm hayatı ya zirveye çıkarması yada yerle bir etmesi hayata karşı yetersizliğimizi bile yerle yeksan ediyor çünkü kendimize karşı da inanılmaz yetersiziz. böyle düşünmek durumun trajedikliğini arttırıyor tabi. yani bu kadar kolay mı diyor insan, bir his/bir insan/bir an... bu mudur yani hayatta ki kırılma noktaları, bunlar mıdır hayatı sürdürmemizi yada sonlandırmamızı sağlayan...
insan herşeyi bilebileceğini sanıyor ya, işte asıl mesele zaten orda başlıyor. hani zihin bizim yönlendirebileceğimiz bir emir komuta zinciriyle çalışıyordu, nerde kaldı insan isterse herşeyi yapabilir zırvalıkları?
yok işte, bizden bağımsız işliyor zihnimiz de hormonlarımız da... tanrının kuklası mıyız sorunsalından hormonların ve evrenin kuklası mıyıza geçiyoruz bir anda.
insan darlanmadan edemiyor tabi ve en korkuncu da şuan bilinçleniyorum diye düşünürken yine aptal bi hormon çalışabilir ve biz yine tüm bunları unutan mutluluktan aptallaşan insanlara dönüşebiliriz. eee ne anlamı var o zaman tüm bunların. yaşam için bi savaş vermenin nesi mantıklı ki şimdi?
ey hasan, söyle bakalım şimdi n'olucak?


p.s. bugün çok sevdiğim animasyonlar kervanına "horton"u da kattım, ve bu yazıyı yazarken pembe bir çiçek üzerindeki bir toz tanesinde yaşayan bir ırkı korumak için hayatını adayan ve o çiçeği milyonlarca pembe çiçek tarlasına düştüğünde azimle arıyan koca fil hortonu görmek beni gülümsetti...
animasyonlardan alıntılar yapıcak kadar da duygusalım bugün. sanırım bana bi yaşam hakkı daha verilseydi pixar animasyonlarında yaşamak isterdim;
-şimdi senin burda "kim o?" demen gerekiyor, tabi orda bi "kim" varsa(horton)
-bu uçmak değil fiyakalı bi düşüş(toy story)
-insanlar tanrıya inanmaktan hoşlanırlar çünkü sorularının cevapları karmaşıktır (mary and max))
-her zaman burda değildim, yani önceden ben normaldim(skhizein)
birde animasyonları hafife alırlar ya en çok ona üzülüyorum...

11 Haziran 2010 Cuma

son buluşma

çok yorgunum sevgili blog, mutsuz ve yorgun daha tanımlayıcı olur aslında... sabah çıkıp akşam geliyorum, bütün gün iyi bişeyler yapmaya çalışıyorum ama en çok durunca yoruluyorum ne yalan söyliyim...
neyse benim ruh halimi deşicek değilim şimdi, izlediğim çok güzel ama yerini bulamamış bi belgesel paylaşmaya geldim. ben zaten Nesli Çölgeçen'i selamsız bandosundan çok severim ve buda çok güzel bir iş olmuş. herkesin izlemesini şiddetle tavsiye(o ne demekse, saçma bi klişe işte)ediyorum. hele ki benim gibi sulu gözlüyseniz izlemek zorlaşıcak, orası kesin...

7 Haziran 2010 Pazartesi

as&is

*hayatta ki tüm mühim şeyleri "oyun" gibi dandik isimlere tıkıştırıp yapaylaştırmış ve bu yapaylığı bizlere satmaya çalışan zihniyetten feci sıkıldım
*hayatlarını bomboş yaşayıp sonra yataktan bile makyaj ve fönlü saçlarla çıkan insanları hayranlıkla izleyip tüm bu aldatmacanın mümkün olmasını isteyen zihniyetten de feci sıkıldım2
*"... zihniyetten feci sıkıldım" diye her yere aynı cümleyi yapıştıranlardan da feci sıkıldım(nee? bakmayın öyle ben çelişkiyi severim)
*"hitler mühim adamdı, tu kaka israil" diyenlere sıkılmak bi yana kafa göz dalasım geliyor
*ertesi gün gazete başlıklarına yada daha da vahimi facebook paylaşımlarına göre rotayı tam tersi yöne çevirenler içinse artık ümidi kesip dayakta paklamaz bunları diye bulaşmıyorum bile
*tüm günlerini 20 sözcükle geçirenlerden, sonra bide yemekteyiz'de sürekli "ben onu kaale almıyorum" ve "ben ... biriyimm" cümlelerinden ise kusmak üzreyim
*hastanelerden/resmi dairelerden/doktorlardan/aptal bürokrasinin her yere aynı aptal ifadeyi yayışından hele nasıl sıkıldım anlatamam
*aptal hastaneden pert bi şekilde çıktıktan sonra ablamı 3-4 saat kucağında yavru kuş gibi benim verdiğim manolya'yı taşırken ve herkes hayretle "o ne?" diye sorarken ve o hafiften kasılırken görmeye ise bayıldım, yorgunluğumu unuttum
*hafta sonunun epey bi vaktini dört arkadaş emekliler gibi bira/kavga/gürültü ve gül kokusuyla pis yedili oynayarak geçirdik, bak ona da bayıldım(:
*yerin üstü yerine altına inanılmaz güzel bi ev oymuş adamı izlerken kendimden sıkıldım, aynı adam "bu dünyada inanılmaz zevkler var, keşfedin!" dediğinde "haklısın ülenn" diye nara atınca bi zevk gelmedi de değil sıkılmış bünyeme

öyle işte şimdi dondurma yiyip yemekteyiz izliycem... yok yok yalan, atlas koleksiyonumdan 98/99 dünyanın gelişimi dvdlerimi izliycem(: bööö, tamam buda yalan, o canım dvd lerim biraz daha kuzu kuzu yatıcaklar malesef çünkü ben kelime oyununu izliycem şimdi...

selametle efenim(: