29 Ekim 2012 Pazartesi

Restless

çok çok sevdiğim bi yönetmen olan Gus van sant yine yaptı yapacağını ve şahane bi filmle, milk'ten sonra yine gönlümüzün tahtına kuruldu .
Restless'in teması "ölüm" ama bu kadar kederli ve karanlık bi konu ancak bu kadar zarif ve histeriklik eşiğine yaklaşmadan anlatılabilirdi. filmin senaristi jason lew bu senaryoyu yazarken kült olan şahane film "harold ve maude" dan etkilenmiş. iki filmin oldukça ortak noktası olsada filmin karakteristik yapısı onu taklik olmaktan epey kurtarmış. 

güzeller güzeli annabel sayılı zamanı kalmış ama bunu çokta umursamadan hayatının kalanını anlamlı kılmaya çalışan ve dünyayı anlamayı en önemli iş sayan bi kız. enoch ise ailesini bi trafik kazasında kaybetmiş uzun bi süre komada kaldığından ailesinin cenazesinde bulunamamış ve bu yüzden sürekli yabancıların cenazesine gitmeyi hobi edinmiş biri. ve bu iki tutunamayan bi cenazede karşılaşıyorlar ve çok duygusal bi hikaye başlıyor... 
hikayede yan karakterler bile öyle güzel ve farklı kurgulanmış ki, gus van inanılmaz güzel bi iş çıkarmış. aşşağıda ki enoch ve annabel'in durumdan tedirgin ablasını anlatan gif buna şahane bi örnek;   
hele ki hikayeye çok önemli bi anlam kazandırmış olan enoch'ın hayalet arkadaşı kamikaze pilotu hiroshi'ye girmek bile istemiyorum. zira kendimi hikayenin tamamını anlatırken bulabilirim.
geçen yıl gus van'ın sinemayı bıraktığını ve bunun son filmi olduğunu okumuş ve çok üzülmüştüm. ama bunu şimdilik bi süreliğine ertelemiş olacak ki, bundan sonra iki projede daha yönetmenlik yaptı. ancak sanıyorum ki çok fazla devam etmeyecek bu durum ve yüzümüzü çok güldürmeyecek gibi.

p.s.filmde annabel'in okuduğu kuşlarla ilgili kitaptan seçmeleri o kadar senaryoyu tamamlıyordu ki anlatamam. en kısa zamanda edineceğim o kitabı (:

p.s.s.bi de benim daha önce blogumda bayılarak bahsettiğim bi çocuk vardı;Sufjan Stevens. işte bu filmin soundtracklerini o yapmış, çok da güzel olmuş...

23 Ekim 2012 Salı

Yalnız bi' kuş!

benim müzik kültürüme öyle ivme kazanmamış biri değildir göksel. ama bu albüm bana aslında yaptığı piyasa işlerinin altında çok sağlam bi göksel'in var olduğunu gösterdi!
muazzez ersoydan sonra içimizin kalktığı bi duruma dönüşen "nostalji" albümlerinin bi değişik modeli olan  melankolik yeşilçam şarkılarından ekmek yiyordu epeydir göksel. ama muazzez ersoy kadar rahatsız etmeyen bi havası da vardı tabi gökselin(o kadar da hakkını yemeyeyim). ama bu göksel albümü bence onun hayatında bi dönüm noktası olmuş. çünkü göksel hep çok fazla hisleriyle yaşayan bi kadın ve hayatı nasıl gidiyorsa onun yansımaları şarkılar yapıyor. göksel'in hayatında ki en büyük yeri de çok büyük bi aşkla sevdiği eski kocası alıyor. ve bu adam hem aşık olduğu hem de bütün albümlerinin prodüktörü olunca, bütün göksel şarkılarının paçalarından damlamıyor akıyor adeta. ama bu albüm gökselin ondan sıyrıldığı bi albüm olmuş, hem aşk hem prodüktörlük anlamında(bana öyle geliyor ki, bu albüm gökselin o aşktan son bahsedişi). 
bu albümde ilk kez başka ve isabetli bi isimle; ozan çolakoğlu ile çalışmış göksel. ve aralarında ki ten uyumu öyle iyi sağlanmış ki, belki de gerçek gökselin ortaya çıkmasını sağlamış bu birliktelik. bakalım bundan sonra ki albümlerde görücez ne kadar istikrarlı bi çizgi tutturacaklarını. 
ama ben bu albümü çok çok sevdim. çok uzun zaman olmuştu yeni çıkmış bi albümü tüm şarkılarını severek dinlemeyeli. hatta övgüyü biraz daha ileri taşıyıp "bence bu öyle bi albüm olmuş ki, sözler/alt yapılar/albüm fotoğrafları/göksel'in samimiyeti vs. herşey acayip bi bütünlük oluşturmuş" demek istiyorum. bide gerçekten altını koyu çizmek istiyorum; fotoğraflar çok güzel olmuş... 
eee ne diyelim popüler kültür deyip yabana atmamak lazım, böylesi hakkı verilmesi gereken işler de çıkıyor içinden.
bi de beni çeken en büyük unsurlardan biri ayrılığın yükünü atmaya çalışan "bi kadın" teması ve bunu taçlandırma şekli "bi" vurgusu. henüz ayrılık sonrası tam "bir" olamamış anca "bi" olabilmiş bi kadın (: 
çok hoş bi metafor ve benim "bi" düşkünlüğümden de epey takdir gördü haliyle...
keyifli zamanlarda dinleyin diyeceğim ama ağır ayrılık havası insanı dikkat etmezse bunalıma da sokabilir, buda tutanaklara böyle geçsin. 
çok çok öptüm.

19 Ekim 2012 Cuma

2 terapi unsuru;


1-King Of Leon; yakışıklı piçlerden oluşan şahane bi grup. çok seviyorum/çok dinliyorum, öyle tatlılar ki anlatamam...
2-Kötü Çocuk Pezevenk; sosyal hayatta pısıp kalıp evde kameraya atarlanan gençlik videolardan biri işte. çok var bunlardan ama işte bu video beni çok güldürüyor, hemde öyle böyle değil, aklıma geldikçe kıkırdıyorum. bazen bu tip şeylerle karşılaştıkça düşünüyorum "bizim ergenliğimize de denk gelseydi bu teknoloji, bende yapar mıydım böyle şeyler?" diye.  ımmm, kesin olmamakla beraber mümkün görünüyor (: çünkü netice de ergensin yani durum ne kadar farklı olabilir ki? hiç birimiz ergenken sanki hiç aynalara bakıp kendimizi; o bizi deli eden kızı/çocuğu/hocayı vs. ağzını burnunu kırarken yada çok pis laf sokarken hayal etmedik mi? ettik. e işte onların yaptığı da aynalar yerine kameraya atarlanmak (: 
onun için böbürlenmeyi ve "yazık ya bu gençlik nereye gidiyor!" tiriplerine girmeyi bırakın. ayıplamayın da, normal karşılayın ve gülün. çok ciddiye alınacak bi durum yok, deli gibi komik işte... 

14 Ekim 2012 Pazar

sen kazandın eyvallah, ama sanma ki bu böyle gider!

nafile bi çabaydı benimkisi biliyordum, ama yinede elimden geldiğince direndim. kabullenmedim, daha çok erken dedim, hayıırr! dedim, hatta şiirde ki kadar hüzünlüydü tavrım; "bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan, oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman!"
ama yapacak bi şey yoktu artık, atritlerim tehlike sinyalleri vereli çok olmuştu ama ben sadece kafamı sallayıp yok saydım. haince aklımdaydı, ona kavuşsam daha mesut geçecekti gecelerim biliyordum ama istemiyordum. hazır değildim. direnirsem başarabilirim sandım, şu soğuk gecelerde titreyerek de olsa onsuz yaşarım sandım...
ama artık yapacak bi şey kalmamıştı ve bende; teslim oldum ve sıcacık yorganımın koynuna yeniden girdim (:
daha mı mesudum? evet, ama daha mı üzgünüm? ona daha da kallavi bi evet.

12 Ekim 2012 Cuma

Haritada bi nokta

Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. 
Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? 
Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. 
Hırs, hiddet neme gerekti? 
Yapamadım.

5 Ekim 2012 Cuma

Hayaller insan mı? aforizması...

Valla oturup uzun uzun yazmaya gerek yok, this is my mood;



4 Ekim 2012 Perşembe

Be Brave!

Pixar yine beni kalbimden vurdu! Ve nihayet beklenen şey 13.pixar animasyonunda oldu;bi kadın kahraman (:
bize hep fantastik filmler ve kitaplar prenseslerin;upuzun bacaklı, upuzun dümdüz ipek saçlı ve güzeller güzeli olduklarını anlattılar. sanırım diğer türlü prenseslerin hikayeleri dinlenmeye değmiyordu!
çok da garip gelmiyor aslında, çünkü fantastik hikayeler erkeklerin doğası olan (yada öyle inandıkları) savaşçı taraflarına hitap ettiğinden daha çok onların kahramanlık hikayeleri ve elbetteki onca mücadele sonrası hak ettikleri güzeller güzeli prensese sahip oldukları hikayeler olmak zorunda oluyor. hiç çirkin bi prenses için yapılmış bi kahramanlık destanı duymadım. yada yapıldıysa bile insanlar anlatıp yayma lüzumu görmemişte olabilirler, bilemiyorum (:
kahramanlık hikayelerinde erkeklere düşen rol "güç"tür, kadınlara ise "güzellik" işin doğası/insanların dinlemeyi sevdikleri bu, eyvallah! ama bu başka işte, pixar da sanırım bunun demode bi kalıp olduğuna inanmış olacak ki burada erkek hegemonyasına ait bi savaş anlatmamış, burada anne/kız yani tipik doğru/dahadoğru çatışmasını bi destana/kahramanlık hikayesine dönüştürmüş. çok da güzel yapmış.
beni yine çok ağlattılar ya la (:
konusunu anlatmakla anlatmamak arasında kalıyorum ama, ilginizi uyandırmak için bir iki şey söylemem gerekiyor ve onları söylersem de büyüsü kaçar diye korkuyorum.
hım, kısaca şöyle toparlayayım o zaman; annesinin hayalinde ki prenses olmaktan çok uzak olan ve sınırların zorlandığı bir anda ondan nefret ettiğini düşünen merida annesine bi büyü yaptırıyor ama işler istediği gibi gitmiyor ve annesi bi ayıya dönüşüyor... gerisi oturup izlenesi işte, izleyen herkes (cinsiyet ayırmaya gerek yok ama haliyle daha çok kızlar) bu inanılmaz güzellikteki hikayede kendinden çok şey bulacaktır...

hikayenin sonunda merida'nın söyledikleri (ortaçgil'in dediği tonda hemde!) "acıtır!";
Kaderin bizim kontrolümüzde olmadığını söyleyenler var.
Alın yazısını bizim yazamayacağımızı söyleyenler...
Ama ben biliyorum, kaderimiz içimizde yatıyor,
sadece onu görebilecek kadar cesur olmamız gerek.


p.s. merida'nın babası Fergus'un kızının taklidini* yaparken onu bu kadar doğru ve ilginç tanımlaması da beni çok güldürdü hani!
*Fergus; Evlenmek istemiyorum.bekar kalıp saçlarımı rüzgarda dalgalandırmak istiyorum.
günbatımında vadideki yanan okların içinde dolaşır gibi (: