16 Aralık 2011 Cuma

Eat Pray Love...

şahane bi film önerisiyle karşınızdayım yine, epey uzak kaldık hasretleştik biliyorum ama uzun girişgahlar yerine bi film önerip çekilicem yine...
çok güzel bi filmdi, kitabını okumadığım için hayıflandım açıkcası belkim kitap daha iyidir bilemiyorum şimdi ama film oldukça geçer not aldı benden. napolide yenen pizza müthişti dedi sevinç bizde pizzalarımızı hazır ettik bi yerlerimiz şişmesin diye ama beni "ye" kısmından ziyade üçüncü kısım daha çok etkiledi... tabi "dua et" kısmında ki Richard Jenkins'in oyunculuğunu da araya sıkıştırmak isterim ki, bayıldım kendisine keşke oskarı da verselermiş bu adama o derece beğendim yani... ama "sev" kısmında ki javier abimiz de şahaneydi ama bali sen ne güzel yersin öyle ya, kadının dediği gibi "cenne"ti, hemen baliye gitme hayalleri kuruldu tabi, ama önce aradan benelux-paris'i çıkartmak icap ediyor sonra ki hedef bali valla. hatta beni oraya gömün falan, müthiş bi yer... neyse izleyin bence siz bu filmi, seversiniz de...

sevgiler
ıssızormanperisi(:

24 Ağustos 2011 Çarşamba

denedim de öğrendim sabır iyi bişey...

artık şu yıldızları gökyüzünden toplayabilirsiniz. gökyüzünü katlayıp kaldırabilirsiniz.
tüm çiçek kokularını ve tüm denizleri bi şişeye koyun en iyisi, artık bunların hiçbiri lazım değil, sahneyi dağıtabilirsiniz...

29 Temmuz 2011 Cuma

giden amy olduğundan;

daha geçen gün edit piaf-maria callas benzerliklerinin ve hayatlarına giren iki erkeğin hayatlarını mahvetmelerine neden olduklarını yazmıştım. amy'ye olanlarda çok farklı değil bence, bağımlılıkları falan hepsi bi yana(bi yana, çünkü o bağımlılıklara o adam sayesinde başladı) amy de aşk kurbanı bi kadın olarak gitti. kadınların bu aşık oldukları erkekler için göz karartmayı bile solluycak hastalıklı halleri o kadar uzun bi mevzuyu gerektirir ki! ama şuan oraya girmiycem, çünkü ben amy için yazıyorum bu yazıyı.
o çok sevdiğim back to black şarkısını ilk duyduğumda onun da kayıp bi hazineye dönüşeceğini anlamıştım. onu bitirecek bi aşka müptela olduğu artık su götürmez bi gerçekti... erken gitti yazık oldu ama müthiş şeyler yaptı. umarım gittiği yerde daha iyidir... iyi ki vardın amy iyi ki o kadar güzel şarkı yazdın, söyledin...

7 Temmuz 2011 Perşembe

edit piaf or maria callas

aynı dönemin iki kadını. biri yunan asıllı amerikalı diğeri fıransızcayı sokak dilinden bile sert konuşan bi fransız. tarihte iki önemli ses, ikisi de yanlızlık ve keder dolu sese sahip. ikisinin de şöhretlerini anneleri çekememiş, ikisi de annelerinden nefret ediyor. ikisi de büyük aşık ama ikinci kadın olarak kalmış iki umutsuz. aşklarına kendi hayatlarını bitirecek kadar sahip çıkan, tüm sıfatlardan öte iki yanlız kadın. iki kederli ölüm...

onların ikisinin benzerlikleri hep kafamda dolanıyordu, oturup biyografi gibi bi yazı yazmayı da düşündüm ama sonra lüzumsuz geldi. ben sadece bu kadar benzerliği barındıran iki kadının şarkılarını paylaşmak istedim...





p.s. bu casta diva şarkısını bi de ayhan sicimoğlunun "aşk,ihtiras,şehvet" diye bağırarak spagetti yapışıyla dinlemek lazım(:

17 Haziran 2011 Cuma

herşeyim olmuş bilmece, çözdükçe gördüm işkence!!!

dün gece rüyamda hayko'yla birlikte deli gibi bağırarak ve bu şarkıyı söylüyorduk(: sanırım bu şarkıyı bu kadar dinlemekten vazgeçmeliyim!
ama çok lezzetli bu şarkı ya!!!


6 Haziran 2011 Pazartesi

bir varmış biri daha varmış;

Bir Rus köyünde iki balık yaşarmış,
Biri olmadan, öbürü olmazmış. Bu böylece yazılsınmış.
Biri turuncu ve İri, öbürü korkak ve İnceymiş
İri sormuş birgün.
'Madem bütün bu denizler birbirine bağlı,
niye biz seninle sadece bu kıyıdan
ötekine yüzüp duruyoruz?
Kendimizi bir akıntıya bıraksak ya,
yeni sularda yüzsek,
başka balıklar yesek,
küba'ya gitsek,
daha mutlu olmaz mıydık?'
Hak vermiş İnce.
İnceliğinden sırf o da.
Çünkü onun mutluluğu için, İri ve o kıyı yeterliymiş
Gerisi hava, su değişikliğiymiş,
insan bundan beslenemezmiş
Balıklarsa hele hiç...
Katılıp yine de, düşmüş İri'nin peşine ince,
Akıntıya bırakmış kendini.
Bunlar beraberce, yüzmeye başlamışlar
Fakat bi balıkçının ağına takılmış İri,
İri ya!
İnce de takılmış ama sıyrılması da pek kolay olmuş,
İnce ya!
ama bırakıp gitmemiş iriyi
Hem inceymiş hemde aşık.
Kemirip ağları kahramanca, kurtarı vermiş İri'yi
Derken, soğuk denizlere kavuşmuşlar.
Fakat İnce, alışık değilmiş bu serin sulara
ve hastalanmış,
İri durmuş Atlantiğin ortasında.
Ya döneceklermiş ve İnce kurtulacakmış
Ya da tek bedene düşeceklermiş.
İri düşünmüş;
En başından beri hep sıkılan oymuş aynı kıyıdan,
Demek aslında gitmek istiyormuş İnce'sinin yanından
Almış başını gitmiş küba'ya doğru iri,
oracıkta can vermiş ince ve bi balina onu yutmuş,
iri de ayrılmış ayrılmasına ince'sinden ama
ayrılması iyi olmamış
nereye gittiğini ve adını unutuvermiş hemen!
O yüzden kaybolmuş Atlantiğin derin sularında
Ve koca bir balina onu da yutmuş,
Fakat mucize bu ya,(ki hep olur!)
balinanın midesinde İnce'yi bulmuş.
Meğer onları yutan aynı balinaymış,
İnce ölmemişmiş, tam tersi midenin
sıcaklığında dirilmişmiş.
İbret-i alem bu hikaye bütün
balıklara öğretilmiş,
hepsine de bir balina anlatmış,
insanlarsa bi blogdan öğrenmiş...

3 Haziran 2011 Cuma

ebay müdürü;

aynen başlıkta yazdığı gibi şu sıralar bu işi yapıyorum. ben olayı en ince detaylarına kadar çözdükten sonra eş dost arasında nihayet bi konuda otorite sayılır oldum(: telefon açıp "yandım anam!" ve "bilirkişi şimdi şu noktadayım, ne yapmalıyım" diyen eşe dosta yol gösteriyorum, tecrübelerimi paylaşıyorum(:

ya bide bu adamı keşfettim ben, deli oluyorum kendisine feci içmek geliyor içimden o çaldıkça, ee boşa adamın namı "kemanı ağlatan adam" diye anılmıyor!
yoğun dramatizmi olan şahane film "Schindler's List" soundtrack'ini! bide ondan dinleyin derim!!

afiyetle efenim...

off yine canım çekti ya! oysa ki yanlız içmeye tövbe etmiştim ama yeminimi bozduruyor bana bu adam birde yokluğu derin boşluk olan nazım!
gözlerinden öperim,abim,kardeşim,üstadım,dostum,büyük adam...
seni sadece can yücel dizeleriyle anmak istiyorum, birde burda olsan ne içilirdi be seninle nazım...

Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm
Şalgam suları iniyor şakaklarımdan
ben hala susuyorum
Gözlerimle taşlarcasına bir kör kuyuyu…
Nerde kaldı bire saka kuşu
Su gibi bildiğin o su kasidesi?
...
...
Bu seferki yolum ise
ardımdan gelen kolun
ölüsıra yürüyen...

12 Mayıs 2011 Perşembe

MERCİ!

şimdi bilen bilir şahane bi ismi ve amacı olan bi organizasyon var, "gezici festival"...
sene 2003 de, orda bi kısa film çok ses getirmişti. o sene istanbula uğramadığından bu gezici festivalciler(ee! haliyle amaç ve öncelik sineması olmayan yerler olduğundan) bu methini pek duyduğum filmi izlemem de epey sonra oldu benim, şans eseri bi yerde buldum bi gün ve beklediğim kadar güzeldi. patrick quinet'nin elinin değişi oldukça belliydi...
fransızların ve onların o elegan hallerinin hastasıyım ben. böyle, onların gerek sinemasın da, gerek şarkıların da, gerekse şehirlerin de çok kendini belli eden evveliyattan kalma güçlü ama hayata karşı kırılgan ve naif bi hassasiyetleri var.
o sebeptendir ki, bu film de sevdiğim tüm fransız filmleri gibi çokta büyüklerin uğraşmayacağı inceliklerle bezeli oluşundan beni mest etti...
aslında hayatı fazla kolaylaştıran ve fazla göz önünde olup da hiç görülmeyen mutluluklardan birinin üzerine kurulmuştu film, bu yüzden daha da etkileyiciydi.
hani, çocuklar biz büyükler kadar ciddiyetle(!) bakmıyorlar ya hayata, o yüzden basit şeyleri çok rahat görebiliyorlar. hiçbi şeye ihtiyaç duymadan eğlenebiliyorlar ya! onun gibi işte bu film... samimi, kolay, mümkün(:

artık sıkılmış bünyede tek damla vitamin olmadığından, sizin ve benim yüz kaslarımızı biraz çalıştırmak istedim

ekşıınn



bilimsel bi yaklaşımla gülmenin etkileri;
*1- Kan basıncı artar,
2- Kalbin hızlı atmasına neden olur,
3- Solunum değişir,
4- Nörokimyevî madde(Sinir sistemi kimyası) seviyesi azalır,
5- İmmün sistem(bağışıklık sistemi) canlanır ve harekete geçer...

Gülme sonucu kaslar yumuşadığı için insanlarda bir rahatlama olur. Bazı hastahanelerde morali artırmak için “mizah odaları” vardır.


XOXO

6 Mayıs 2011 Cuma

Bu aralar yine ampul bey 3 çocuk yapın diyor! Önce söylesin; Bu ülkenin 3 çocuğu vardı; Deniz, Hüseyin, Yusuf! nerde onlar?

toplumsal meseleleri ve beraberinde kabaran hislerimi pek buraya yansıtmaktan hoşlanmıyorum ama yaklaşan seçim kazanının harlayan ateşi benim de ateşimin yükselmesine neden oluyor şu sıralar...
baktıkça titriyorum sahiden istikbalimize, ümitsizleşiyorum...
birde bu videoyu paylaşmak çok mu öfkemi belli eder bilmiyorum ama dinledikçe ürperiyorum;

30 Nisan 2011 Cumartesi

ama ben çok özlerim seni!

bugün itibariyle canımın cananının gelmesine 15 gün kaldı. uzun mu hayır, kısa mı hayır... boşluğu derin ama bak onu biliyorum, hoş geldikten muhtemelen bir iki hafta içinde yeriz yine birbirimizi ama olsun ben yine de onu çok özledim...

7 Nisan 2011 Perşembe

Big Fish!


filmi şimdi bitirdim ve söyliycek söz bulamıyorum.
lovely...
Tim Burton bu filmde çok iyi bi iş çıkarmış, ama Daniel Wallace'ın hakkı yenicek gibi değil. Daniel Wallace hem pagan, hem modern, hem realist, hem hayalperest bir babanın, son demlerinde oğlunun uzun yıllardır ona karşı beliren ön yargısının ve babanın hayranlık uyandırıcı hikayelerine ve yaşamına bambaşka bi gözle bakmasını sağlamış.
ve bu masalsı hikaye Tim Burton'la (tabiri tam yerinde olucak) efsaneleşmiş... enfes bi hikaye enfes bi görsel güzellik izlemeyinde ne yapın bilemiyorum...

23 Şubat 2011 Çarşamba

Is the time to stop and think?

çok sevdim ben bu şarkıyı...

sebepsiz huzursuzluklar hep vardır ya! yani biz onları sebepsiz sanırız ama aslında belkide bizim hatırlamak/bilmek/farketmek istemediğimiz bi sebebi vardır. şarkıda diyo ya "ömür bi kara kutuymuş gün gelince açılmış ama sorarsan hep geç kalınmış" belki yaşarken bunun olmasından korkuyoruzdur, bitmez sandığımız ömrümüz ve gitmez sandığımız sevdiklerimizle ilgili kötü gerçekleri bilmek istemiyoruzdur. çünkü biz hep bize verilmiş hayatı en şahane yaşayan insanlar olacağımızdan, bu bizim için yanlış bi olasılık oluverir... şuan biraz elim darda/canım sıkkın/işler yoğun/ortalık karışık... bi geçsin bunlar ne biçim yaşıycam varya hayatı... bunun kandırmacasıyla geçerken ömür ve açılınca işte o kara kutu "hep geç kaldık!" deyiveririz... bizim hayatımız böyle -son-lanmaz işte ya, olurda bi ihtimal diye ara ara bunlar doluyordur zihne de biz o kara kutu gerçeğiyle yüzleşemediğimizden yüzümüzü çevirip "öyle sebepsiz bi daraldım" diyoruzdur...

19 Şubat 2011 Cumartesi

çok güzel bi şarkı dinleticem size(:

bu abiler, tam yeridir kullanayım "tarihin tozlu rafları"nda kalmış 4 brada(: ama çok güzeller ya... grubun ismide çok güzel;Ink Spots
afiyetle efenim!

7 Şubat 2011 Pazartesi

Ive still got the blues for you...

duyduğum an ince bi tel koptu içimden, sadece çok üzgünüm...

3 Şubat 2011 Perşembe

seven pounds&The Pursuit of Happyness

wow wow wow! seven pounds'u şimdi bitirdim ve çok güzel bi filmdi...
Bu filmide daha önce The Pursuit of Happyness'in İtalyan yönetmeni, Gabriele Muccino yönetmiş, valla ne diyim ellerine sağlık...
The Pursuit of Happyness de Will Smith benim canı gönülden takdirimi kazandığından, akabinde diğer Smith filmlerini izlemeye koyuldum tabi, hepsi için aynı şeyi söyleyemesem de kendisini çok başarılı bulduğumu kamuoyuna duyurmak isterim(: Bu filmde de çok başarılıydı...
ve tabi benim açımdan bi takdiride Gabriele Muccino kazanıyor. ince ve zarif detaylar dikkatimden kaçmadı.
çok başarılı iki film efenim, ne diyim izleyin bence!

p.s. seven pounds'da benim de çok sevdiğim bi şarkı vardı onu da paylaşıyım hadi(:

30 Ocak 2011 Pazar

neşe(:

geç kalmış bi randevu gibi yılın ilk karı yağıyor dışarıda(: sebepsiz bi mutluluk...

13 Ocak 2011 Perşembe

masalcı amca...


geçen albümünü ben çok sevmiştim, keder dozu biraz daha yüksekti onun etkisi belki de... ama bu daha bilindik ortaçgil şarkıları salınımında... sevmemem gibi bişey söz konusu değil "o ne yapsa severim!" dediğim çok ama çok az adamdan biri o benim için. daha yeni başladım zaten albümü dinlemeye, şimdilik -şu! diye dikkat çekemeyeceğim hiçbir şarkıya, benimki özlemli bi bekleyişin heyecanı! ama siz hepsini dinleyin bence, ben öyle yapıyorum...

bugünlerde moralim sıfırın altında 10...

gidilecek hiçbir yerin olmaması üzücü
görmedik bi sürü yerin olması çok acı
hiç iştah taşımamak çok sıkıcı
yaşamaktan soğumak çok kötü
hayatla kavgalı olmak çok üzücü
sevdiklerinle kavgalı olmak çok kırıcı
yataktan dinlenememiş uyanmak çok yorucu
dinlenirim umuduyla saatlerce uyumak daha da yorucu
beklenecek bişeyin olmaması çok fena
büyüdükçe herşeyin acayip karmaşıklaşması hüsran verici
herkesin yaş aldıkça sertleşlmesi dramatik
büyüdükçe hassaslaşmak çok kırıcı
artık konuşmanın bile yük olması çok karamsarca
yanlızlığın en keyif verdiği yılların geride kalması çok can sıkıcı
artık yanlız kalmanın ölüm kadar korkutucu olması çok ama çok dramatik
bi süredir sadece keyifli film izleme arzusu çok acınası
nadiren bişeylere heves duymak umutlandırıcı
sonun da hep sıkılmak çok boğucu
uzun cümleler kurmak çok keyifli
artık kuramamak çok üzücü...