24 Nisan 2012 Salı

ben futbol sevmem, sevene de karışmam o ayrı...

dün gittim hayatımda ilk defa iddaa oynadım, hem de öyle "o kazanır bu kazanır"ına değil, direk skoruna (:
valla dedim ya futboldan anlamam diye,
2-1 fener galibiyetinin kuponunu yatırırken vezne önünde birikmiş ergenus ve az biraz üstü delikanlıların alaycı gülüşmelerine ve bakışlarına maruz kaldım. içten bi çemkirdim tabi, ama onların çöplüğünde pekte kafa tutmak istemedim... bi yandan da fanatik galatasaraylı kardeşim "abla yapma bak hayatta tutmaz bu kupon, yatırdın say ben kazanırsan(ki imkansız) sana veririm" falan diye vızıldanıyordu, sonra baktı ki ergenuslar benimle hafiften bi "kız işte ya, ne anlar" alayı geçiyorlar, onlardan özür dilercesine bakarak iyice kulağımın dibine kadar eğildi ve "bak herkes sana gülüyor, gel vazgeç" diyerek yeniden kontra atağa geçti (peh peh peh futbol terimlerine gel!) ve bende ona doğru başımı ağır bi hareketle döndürerek ve bilgece bi ses tonuyla dedim ki "bu kupon tutarsa bu salaklarlar beni asla unutmayacaklar, sıkma canını!"(ahahhaha işte böyle bi günde böyle hayatımın en beylik cümlesini bi iddaa bayiinde sarfettim ve miladım da övünecek bişey sahibi oldum)
(:
maçın son 4 dakikasını galatasaraylılardan oluşan bi tekel bayisi televizyonundan izledim, tam maç bitti millet küfür falan derken ben "işte bu!" dercesine bi gururla kollar havada arkama bakmadan çıktım ordan (:
tabi ilk iş hemen kardeşimi aradım "rerererarara" marşıyla bağırmasaydım telefonda iyiydi de, o biraz bilmezliğimden oldu(: ama olsun o ne demek istediğimi anladı...

sonra, bu haftaki fener-beşiktaş maçına da oyna diye ısrar etti ali, ama ben "zirvede bırakıcam, herkes beni böyle hatırlasın" dedim...

bugün de kazandığım parayla gittim bi güzel saçlarımı kestirdim, boyattım, annemin saçlarını bile kestirdim! artık "forever futbol" benim için yani... gerçi erkek parası yemiş gibi hissediyorum kendimi, onlar terledi ben kazandım ama pek keyifliydi ya yemesi de(:

aslında kazanma formülüm bu abiden! pekte farklı olmadı, gözlemledim, attım hafazıya sonra da gerekeni yaptım (yok yok bu abi kadar bile olamadım, ben direk kutusunu hisseden "var mısın, yok musun?" yarışmacısı gibi hislerime güvendim)
nede olsa beyin bedava!!!

paranınkokusunualantaraftar
bildirdi (:

16 Nisan 2012 Pazartesi

deliricem şu tatlılığa bak ya!



buna ise gülmekten öldüm, artis! (:

5 Nisan 2012 Perşembe

Mike Mills!

dünya algısı normalin biraz daha üstünde ve hassasiyetin epeyce baskın olduğu zihinleri çok seviyorum. onlar için üzülüyorum da tabi, çünkü hayat onlar için ekstra zordur...
bu tip bi düşünce dinamiğine izlediğim iki filminde de gördüğüm Mike Mills bi örnektir;
önce Mike Mills den bahsetmek isterim. şimdilik iki filmi olsa da (deneyseller ve kısa filmler hariç) ikisi de çok başarılı olan bi yönetmen. son filmin de(beginners) kendi otobiyografisini bütün samimiyetiyle paylaşmış seyircisiyle.
henüz orta yaşlarında bi adam ve pek çok yeteneği var; grafik tasarımcısı/albüm sahibi gitarist/fotoğraf sanatçısı/video klip ve reklam filmleri yönetmeni/yazar ve tabi ki iyi bi yönetmen...
ve bir de değinmeden geçemeyeceğim bi konu da karısı, yani Miranda July... kendisi benim için "çok enteresan" çalışan bi kafa yapısına sahip biri ve çok büyük umutla takip ettiğim bi kadındır, onun da çok önemli işler başaracağına eminim, yaptıkları yapacaklarının teminatı benim için...
neyse konumuz mills ve ona dönecek olursak, koltuk altın da pek çok karpuz taşıyan bi adam işte görüldüğü üzre!

first - BEGİNNERS

ne diyim bilmiyorum o kadar zarif, o kadar naif ve o kadar kırılgan bi hikaye ki bu film, adını sonuna kadar hakediyor. 75 yaşında karısını kaybettikten sonra eşçinsel olduğunu açıklayan kanser hastası bi baba ve onun 38 yaşında ki kendi kadar garip ve pek hayatta tutunamamış oğlu... iki kuşaktan adam ve ikisi de hayatta bi çok konuda acemiler. birbirlerini her aile bireylerinin birbirini tanıdığı kadar tanıyorlar; yani çok az... mills'ın babasını ve kendisini keşfini anlatan bi biyografi olmuş bu aslında...
bi de filmde oliver ve şekerler şekeri köpeği arthur arasında ki diyaloglar ve tespitler de beni öldürdü... hele sürekli arthur'un bu cümleyi tekrarlayışı ise beni çok güldürdü (: yani dramatik mi? evet ama bence daha çok umut verici ve eğlenceli bi film olmuş, ben çok tebessümle ve kikirdemeyle izledim valla (:


second - THUMBSUCKER

bi de ilk filmi olan thumbsuck var. aslında o da ayrı övülesi bi film... bi kitap uyarlaması olan konusu ve yönetmenin başarısı yine tartışılmaz tabi ki, bir de o içli içli bakan gözleriyle Lou Taylor Pucci beni benden aldı! çocukluktan kalma bi çeşit rahatlama yöntemine dönüşen bi alışkanlık;başparmak emme... ama 17 yaşında bi ergen için hayatı mahveden bi kabusa dönüşünce dişçisi (Keanu Reeves) onu hipnozla tedavi eder ama bu seferde bambaşka sorunlara vesile olur... film de özellikle bi kaç diyalog vardı ki "kağıt yok mu kağıt? not almalıyım" dedirtti bana... sıralamayayım şimdi şartlamış gibi olmak istemem (: beginners benim için daha bi ağır bassa da bu filmi de çok beğendim...
bilginize,





öptüm bye (: