19 Ekim 2009 Pazartesi

İÇ HUZUR (özel istek üzerine kabartmalı, kuşe kağıda baskılı... yakında bayilerde!!!)

Gelişen sohbet bizi, her huzursuz sohbette ki "biticek bu günler" sınırlarına taşıdığında ki bi tanım bu...
bana dedi ki "yaz bunu bloguna", bende dedim ki "olum blogu bi sen, bi ben bide arada sevinç okur" :) ama sonra düşündüm, bu bir yada iki kişi için bile yazmama engel mi olmalıydı?
yo yo ... (underground tarzı bi "yo yo" bu yanlız)
ben şimdilerde kısa film atölyesine gidiyorum, adet edindik sabah buluşuyoruz. her seferinde bi film seçiyoruz ama bi türlü gidemedik daha. her birine başka bi şey mani oluyor, bu haftasonu olanını da ülke seferberliği bozarsa hiç şaşırmıycam... ama ben şimdiye kadar gittiğim bütün derslere, öncesin de alkol alıp ilk yarıyı leyla bi biçimde geçiriyorum. ama ne şans ki, o henüz sekteye uğramadı :) derdim ne bende bilmiyorum...
neyse, kim derdini anlatsa "sıkma canını geçer" diyor bi diğeri ya, sonra "sıkma canını" diyen derdini anlatınca aynı cümleyle selamlanıyor; sıkma canını, geçer...
ama iyi bi niyet barındırıyor tabi ki bu, niyet iyi olduktan sonra çok takılmıyorum artık bu klişeye...
sonra dedim ki ona; herşey iç huzurda bitiyor. insan iç huzurunu sağlamışsa, o aslında gereksinim yada ihtiyaç sandığımız bi sürü eksiklik anlamsızlaşıyor... basitçe bile baktığında dünyada herşey buna işaret ediyor aslında; müslümanlık, budizm, hristiyanlık, mesnevilik, ermenilik, yahudilik, hatta yoga ve tüm doktorlar... herkes aynı biçimde tanımlamıyorsa bile herkesin işaret ettikleri resimde bu var. "hayatta herşey bundan ibaret" diyebilsem keşke, ama hayatla daha uyumlu ve huzurlu geçinebilmenin yolu bu sanırım...
o benim bundan daha kısa olan tanımımı çok sevdi, gazetelere sür manşet çıksın, ansiklopedilere girsin, okullarda müfredata dahil olsun, kuşe kağıt el ilanı yapılıp tüm dünyaya dağıtılsın falan istedi. ben gördüm yani bunu onun bakışların da, ama o sanırım abartmak istememiş olucak ki sadece "güzel tanım, bak işte yaz bunu bloguna" dedi... :)
ne benim bulduğum bi tanım bu, nede ilk benim farkettiğim bi gerçek. ama işte insan ancak kendisi farkettiğinde tanımlar bi gerçeklik kazanabiliyor... buda bi gerçek... :)

sevgiler, saygılar

(biterken "yann tiersen-sur le fil" çalıyordu, ve içimde "yarın daha güzel bi gün ve dünya olsun n'olur" arzusu bünyede ki kronik karamsarizm'e (öncülerinden olduğum bi akım) kafa tutuyordu... namağlup bi direniş gibi duruyor şimdilik ama...)

1 yorum:

Plaoust dedi ki...

Sanırım Türkçedeki en sevdiğim kelimelerden biri "eylemek" fiili. Türk Dil Kurumuna göre; iki anlamı var.
1)Bir kişiden veya bir şeyden yoksun bırakmak.
2)Etmek, yapmak.
Aslında, benim bu sözcüğü sevmem bildiğim bütün isim-fiiller ile kullanabiliyor olmam. "Aşk" eylemek. "(İÇ) huzur" eylemek. "Gülüş" eylemek...
Bu "eylemek"ler bana her zaman bir "sıkma canını geçer" olmuştur. Anlam yitimine uğradığım zamanlar, "gitme" eylemi, ya da "gitme" eylemek. Ne zaman bir deniz görsem, "içme" eylemi. Ne zaman efkarlansam "dinleme" eylemi, ne zaman ferahlamak istesem "yazma" eylemi...
Yazdıkça...
Okumak...
"huzur yazmaktadır..."