19 Şubat 2010 Cuma

mutlu aşk varsa da mutlu son yoktur!

şimdi günlerim epey birbirine benzer (hatta tıpatıp aynı) geçiyor ama, onları birbirinden ayıran tek şey hergün izlediğim, hatta bırakın izlemeyi yaşadığım filmler oluyor. yani günde sanırım 4-5 film izliyorum(diziler hariç:) buda iyimser bi rakam aslında ve şu sıralar seçtiğim filmlerin aynadaki yansımam olarak gördüğüm karakterlerine derin hisler bile besleyebiliyorum... ve dün şunu farkettim, ben oturup o karakterler için endişeleniyorum...
yani acayip işte, bu filmlerde ki karakterler hayatta hiçbir şeyi başaramamış(toplum standartlarına göre yanlız) ve içlerinde ki enerjinin de nereye ait olabileceğini aramaktan usanmış ve tamamen kendini akıntıya bırakmış, boşvermiş tipler. tabi onların hayatını hikayeselleştiren, bi araya gelerek bişeyler yapmaya çalışmaları.
ve bu kadar mahpus talihli insan çoğunlukla herşeyi ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. ama hikayelerde yanlarına kar kalan hep bütünlük duygusu oluyor. yani hikaye aile ile ilgiliyse aile bireyleri, dostlukla ilgiliyse dostlar sonunda birbirlerinin hayatlarında mühim yerler alıyorlar. (ki bu beni en derinden yakalayan hislerden biridir, benim için de mühimatı çok fazla bi değerdir bu) ama sanırım hikayeler güzel insanlardan oluşunca kötü sonlandırmaya kimsenin yüreği elvermiyor ve hemen mutlu bi sonla bitiriveriyorlar bu tür filmleri. ama beni inandıramıyorlar işte buna, çünkü ben onun mutlu bi son değil mutlu biran olduğunu biliyorum! ve biliyorum ki, o insanlar üzerlerine yapışmış gölgeleri gibi olan başarısızlıkları ve bi türlü örseleyemedikleri aidesizlik hisleriyle asla mutlu olamazlar...
o yüzden, o karakterlerle aramda geliştirğim bağ derinleştikçe onların yaşamlarına dair endişelerim de artıveriyor. Elegy filminde ki david için endişeleniyorum mesela yada Sunshine Cleaning'de ki rose ve norah için ve Ensemble, c'est tout'da ki Camille ve Franck için... en son izlediklerim bu filmler olduğu için aklıma ilk bu tutunamayanlar geliyor, ama bunlar ve niceleri için endişeleniyorum ben. medium dizisinde ki allisson gibi sürekli kaybedenlerin hayaletlerini görerek yaşıyorum. sanırım kendimi kurtarılamaz buldukça, birilerini kurtarmaya çalışıyorum. biliyorum saçma ama buna engel olamıyorum.
filmlerden biri henüz bitmiş ve benim gözümde ki yaş henüz kurumuşken bi arkadaşımla konuşuyorum mesela gündelik hayattan, herşey o kadar bulanık geliyor ki birden. gözbebeğinin karanlıktan birden aydınlığa geçmesi gibi herşeyin önünde bi sis dalgası oluveriyor, seçemiyorum önümü biran yada uykuyla uyanıklık arasında yaşanan tüyden hafif hissedilen beden gibi gerçekliği kavrayamıyorum. yoruluyorum işte böyle böyle, aslında hiçbir şey yapmazken...

bi tutunamayan'ın anlatıları...

3 yorum:

hasan dedi ki...

senin blog yazılarını takip ediyorum ve açıkcası ilginç buluyorum seni. şu sıralar içinde bulunduğun ruh hali sürekliliğini sağlayan dingin ama bir o kadar da bulanık bir su gibi. senin için zor ama dışarıdan izleyen biri için keyifli ve zaman zaman hüzünlü!

sevinç dedi ki...

Bütün kabile kızar bana
Derler bu adam çalışmaz mı
Bu adam hep düşünür mü
Bir kuş ölmüş diye üzülür mü
Gündüz böyle diyenler
Gece olunca ateşler yakılınca
Denizler coşunca
Ben bir şarkı söylerim yorgun insanlara
Bakın bakın martılar uçar
Bakın bakın yıldızlar koşar
Bakın ne güzel bir hayat var
Bir hüzün çöker bir garip olur insanlar
Yaklaşırlar birbirlerine
Şarkım sürer sabaha kadar
Melekler uçar üstünüzde
Şarkım sürer sabaha kadar
Melekler uçar üstünüzde

Bu sabah uyandırmamışlar beni
Ava giden dostlar
Ava giden dostlar
Ne güzel

beni rahatta dinleyin! dedi ki...

dingin ama bulanık su tanımını sevdim:) teşekkür ederim, takip etmeye değer bulduğun ve okuduğun için...
ve sevinç o ne güzel şarkıydı ya bak unutmuştum bi süredir dinlemiyordum...