26 Mart 2010 Cuma

beni küçükken hiç merak ettiniz mi?

Henüz çok küçüktüm, küçüğün anlam olarak ifade ettiği tüm anlamlara sahiptim. Ailece gidilen Gülhane pikniklerinde benim kaybolmam adeta gelenek haline gelmişti. Sonraları alıştım ama ilkinde çok korktuğumu hatırlıyorum, sadece etrafımı saran kalabalığın bellerindeki kemerleri görebiliyordum, kendimiyse çok yabancı ve küçük hissediyordum. O kadar kalabalıktı ki, bi gördüğüm kemer tokasını yada eteğin sahibi olan bacakları bir daha göremiyordum. Kalabalıkta ilerlemeye çalışıyordum, tanıdık bi suret arayarak.
Ağlamıyordum, çok korkuyor ama ağlamıyordum. Çünkü ağlarsam önümü net seçemeyecektim, o yüzden ağlamamalı ve yalnızca kendime dikkat etmeliydim. Aklımdan binlerce şey geçiyordu, annemi bir daha göremeyeceğim, bir daha asla o eve gidemeyeceğim, arkadaşlarımı göremeyeceğim, en sevdiğim elbiseyi giyemeyeceğim, bi adamın beni alıp dilenci yapacağı… bunun gibi bir sürü şeyin içinde bu dilenci hadisesi kafamı oldukça meşgul etmişti. Sanırım sezercik filmlerinin etkisiyle Erol taş gibi adamlar hayal ederdim kötü olarak ve orada benim gibi kaçırılmış bi sürü de çocuk olurdu.
Zorla dilenmeyi ve sömürmeyi öğretecekleri ve az para getirdiğim için yiyeceğim dayakların ve yüzüme yerleşen şamarların acısını daha o zaman hissetmeye başlamıştım. Çünkü ben hiç sömürücü bi çocuk olmamıştım, hastalandığımda bile bunu söylemez anlamalarını ve şefkat göstermelerini beklerdim!neyse…
Sonra bu dilencilik hadisesinin o kadar da korkunç olmadığına kendimi inandırmaya çalışmıştım. Nede olsa kötü olsa bile Erol taş da filmlerin sonunda gördüğümüz gibi iyi olmayı öğrenebilen iyi yürekli bi amcaya benziyordu. Ayrıca o kadar da sık banyo yapmak zorunda olmadığımı ve ödev yapmam gerekmediğini düşündükçe neredeyse dilenci olmak hoşuma bile gitmeye başlamıştı. Ben bunca düşünceyle savaşırken ve zihnimde dilenciliğim de beşinci günümü yaşarken birden bir el tuttu elimden, ben hem korku hem de sonunda bulunmuş olmanın heyecanıyla döndüm arkama. Genç bi kız tutuyordu elimden, yanında da bi çocuk vardı bana gülümseyerek bakıyorlardı. Onları şöyle bi süzdüm bunlar tanıdığım insanlar değillerdi ama çocukları dilenci yapmaya çalışan Erol taş’a da hiç benzemiyorlardı. Kendimi, korkuyla bi adım geri çektim, sonra kız daha da şefkat takındığı gözleriyle bana doğru iyice eğildi ve “merak etme seni annene götüreceğim” dedi. Ben hala korkuyordum, onun doğruyu söylediğini nereden bilebilirdim ki, ama yine de itirazsız beni bildiği yola götürmesine izin verdim. Yolda onun elimi tutup beni götürdüğü sırada, ben hala bir sürü şey geçiriyordum aklımdan, kendimi başka senaryolara hazırlıyordum şimdi de.
Sonra birden aklıma annemin çok sık tembih ettiği çocukların altın bileziklerini almaya çalışan hırsızlar geldi. Yeniden korkmaya başladım ve hemen dehşetle kollarıma baktım ama benim altın bileziğim yoktu ki, hiçte olmamıştı. Yeniden derin bi soluk alarak rahatladım bunlar çocukların altınlarını çalan hırsızlar olamazlardı, o an da hatırladım kulaklarımda ki sahip olduğum tek altın olan top küpelerimi. Yeniden korkmaya başlamıştım, sonra aklıma bir diğer korkunç ihtimal olan çocuk hırsızları geldi. Çocuğu olmayan ve başka çocukları kaçıran yada çocukları olmayan insanlara çaldıkları çocukları satan hırsızlar… kendimi başka bi evde hayal ettim, başka anne ve baba… sonra birden annem ve babamın hırsızların beni çaldıklarını fark etmeyecekleri gelmişti aklıma, zaten onlar kardeşimi benden daha çok seviyorlardı, birden beni hiç özlemeyeceklerine dair son derece korkunç bi senaryo çöreklendi aklıma. Ve artık göz yaşlarımı tutamıyordum, her şeye katlanabilirdim; dilenci çocuk olmaya, top küpelerimi kaybetmeye ama anne ve babamın beni unutmasına katlanamazdım… tam o sırada bi koşuşturmaca oldu etrafımda, ablalarım elimden tutmuş kıza beni onlara getirdikleri için teşekkür ediyorlardı, bense şaşkınlıkla onlara bakıyordum. Kız beni anneme götüreceğini söylemiş ama ben açıkçası pekte inanmamıştım. Annemi gördüm sonra aradan, koşup boynuna sarılmak ve onca maceradan sonra eteklerinin altına saklanıp bir daha da asla Gülhane’ye gelmemek istiyordum. Ama o benim kadar hasret dolu değildi. Önce kıza teşekkür etti, sonra da popoma bi patlak attı ve yanından ayrıldığım için çok kızdığını ve bunun hesabını evde soracağını söyledi. Şimdi artık daha da çok ağlıyordum ama vurduğu yer acıdığı için değildi göz yaşlarım, acımın şiddetinden çok onun keyfini çıkarıyordum. Annem yanımdaydı ve hala benim için endişe ediyor ve beni merak ettiği için bana vuruyordu…

(Bu anı, yıllar önce yaşadığım çok üzücü bi ayrılık anında aklıma gelmişti! Başı ve sonu bi kişiye özel olan mektubun tam ortasından aldım… artık o kişi için üzülmüyorum, hayat herşeyi sıradanlaştırmayı başarıyor...)

5 yorum:

hasan dedi ki...

çok güldüm, çok tatlısın:)
birinden ayrılmak zordur, özellikle yakınlık bağına göre. ama eğer o noktadaysa insan çok da direnmemelidir. direnmek bazen sadece yıpratır!

beni rahatta dinleyin! dedi ki...

teşekkür ederim,

*ayrılığın her türlüsü zordur haklısın ama sanırım en kötüsü, direnecek bi anlam olmadığını görünce oluyor...

hasan dedi ki...

yüzünü dökme küçük kız yine:) geçer...(sen seversin üç noktaları)

neşepalamudu dedi ki...

ahretliğim :) cananım çok acıklı anlatma böyle şeyler burnumun direği sızladı bak, bende annemi çok özledim evimi ben hiç böyle şeyler düşünmem sanırdım, bilirim diğer kardeşlerin gölgesinde kalmayı ben annem beni özlemiyor mesela Hülyayı özlüyor alışkınmış benim gidip gelmelerime ondanmış ama bu sefer geri gelmiycem ki niye özlemiyo...

beni rahatta dinleyin! dedi ki...

:) şimdi sizden geldim sevinç, annen yanındaydı. seni orda öyle görüp gelip bu mesajı okuyunca tuhaf oldu. n'apalım bizi de böyle seviyorlar işte, hırpalayarak...